18 Ocak 2007

Dilimize Sahip Çıkalım!!!

Çoğu sivil toplum kuruluşu yayınında, televizyonda, gazetelerde, dergilerde ve kitaplarda “Dilimize Sahip Çıkalım” çağrısı yapılıyor. Bugün de bu konuya eğilip inceleyelim. Dil nedir, nasıl şekillenir, sarımsaklanıp da mı korunur yoksa sarımsaklanmadın mı korunur?

Dil kültürün bir parçasıdır ve kültür toplumsal bir olgudur. Kültür nedir ve özellikleri nelerdir konusuna başka bir yazıda gireceğim. Ancak kültürün bazı özelliklerine burada girmek zorundayım. Öncelikle her birey belirli bir kültür içine doğar. Her bireyin ebeveynleri ve daha sonra çevresi ona bu kültürü aşılar. Bireyin maruz kaldığı durum bu aşamada kültürlenmedir. Ebeveyn ve çevrenin uyguladığı durum ise kültürlemedir. Birey büyürken ve gelişirken kültürüne bazı eklemeler ve çıkarmalar yapar. Bir sınıfın yada grubun kültürü sürekli olarak diğer kültürlerle ilişki içindedir. Her kültür birbirinde öğeler alır ve öğeler verir. Bu olay bireyler arasında ve doğrudan toplumlar arasında cereyan ettiği için adına kültürleşme denir. Yani işteş bir durumu ifade eder. Bu olgular ile kültüre baktığımızda kültür değişken bir özelliğe sahiptir, Başka bir deyişle kültür yaşayan bir kavramdır.

Dilin tanımını yapmaya çalışırsak bir ulusun ya da bir grubun yani bir toplumun içindeki bireylerin iletişim için kullandığı bir araçtır. Dili kendi içinde alt gruplara ayırmak mümkündür. Sesli dil, ve işaret dili gibi. Biz bu yazıda sesli dil üzerinde duracağız. Dil sözcüklerden oluşan bir toplamdır. Her sözcük, doğar, gelişir ve ölür yani sözcükler canlıdır. Dili aynı kültür gibi ebeveynlerimizden ve çevremizden öğreniriz. Zaten dil, kültürün içinde ve tam olarak merkezinde yer alır.

Dilin nasıl şekillendiğini kabaca inceleyelim. Sözcüklerin canlı olduğunu belirtmiştik. Bir dilde sözcüklerin neden ve nasıl doğduğuna işlevsel bir bakış açısı ile bakacak olursak. Sözcükler ihtiyaçtan dolayı doğar. Yani soyut veya somut bir nesneyi tanımlamak için sözcüklere ihtiyaç duyarız. Yeni bir nesne ile karşılaştığımızda onu kendi bilişsel düzeyimizdeki diğer nesneler ile karşılaştırıp ona bir ad veririz. Bu ad artık bir sözcüktür. Sözcükler zamanla gelişerek kavramlaşırlar. Örneğin, sandalye kelimesi için benim zihnimde canlanan resim şu şekildedir: tamamen çizgilerden ve düzlemlerden oluşan ve dört bacağı, oturulacak ve yere paralel bir yüzeyi ve sırtın dayanması için oturulacak yüzeye dik bir sırtlık. Nesne olarak sandalye çok değişik şekillerde olabilir. Sırtlık ve oturulacak yeri kavisli ve deri kaplı olabilir, vs. Ama sandalye kelimesinin doğuşunda o tek bir nesne olabilir. Sözcükler zaman içerisinde de değişir. Süreç içerisinde telaffuzu değişebileceği gibi karşıladığı anlam da değişebilir. Bu bizim biyolojik ve bilişsel evrimimizle ilgilidir.

Dildeki neredeyse tüm kelimeler neredeyse argo veya jargon olarak doğar. Argo genel anlamda kaba sözlerdir. Jargon ise bir iş sahasındaki bireylerin kullandığı özel kelimelerden oluşur. Yani her sözcük öncelikle kısıtlı bir topluluk içindeki bireyler tarafından kullanılır. Bu sözcüklerin yaygınlaşmasına en büyük katkıyı eskiden beri edebiyat yapmıştır. Günümüzde televizyonlar ve diğer iletişim araçları da bu alanda yer almış olsalar dahi bir dilin gelişmesine en büyük katkı hali hazırda edebiyat tarafından yapılmaktadır.

Dil korunma altına alınabilir mi sorusunun yanıtı tanımında gizlidir. Dilin özellikleri nedeni ile bir dil koruma altına alınamaz. Yani dil korunma altına alınırsa o dil, onu konuşan toplum idama mahkum edilmiş olur. Korumak kelimesinin kökenine bakarsak, değiştirmeden saklamaya karşılık gelir ki, bu da cansızların dahi sahip olamayacağı bir özelliktir.

Peki günümüzde dilimiz için neden bu kadar koruma kampanyaları yapılıyor? Bir de bunu inceleyelim. Günlük hayatımız artık o kadar büyük değişkenlikler gösteriyor ki, özellikle teknolojik alanda sürekli yeni kelimeler kullanmaya zorlanıyoruz. Ayrıca bu teknolojik üretim kendimizin üretimi olmadığı durumda çelişkilere düşmemize neden oluyor. Yani kullandığımız teknolojiye yabancıyız. Her teknolojik alet, yapı kendi terimsel dünyası ile var olur. Örneğin internet, web siteleri ile, e-mail adresleri ile var olur. Ya da televizyon, kumandasıyla kanalıyla var olur. Ne internet, ne kumanda ne de televizyon Türkçe kelimedir. Televizyonu en az 30 yıldır kullandığımız için onu içselleştirdik. Ona kelime üretme çabamız artık yok. Televizyon artık Türkçe bir sözcüktür. Ancak halen günümüzde yeni olan teknolojik terimlere kendi eski kavramlarımızla terimler üretmeye çabalıyoruz. Çünkü halen biz bu teknolojiye yabancıyız. İnternet’e ağ bağ, e-mail’e e-posta gibi. Bu toplum içindeki bireylerin tercihleri ile belirlenecektir. Ancak bu tercih koruma kampanyaları ile yönlendirilebilecek bir olgu değildir.

Ülkemizdeki diğer yanlışlar ise argo kelimeler Türk örf, adet, gelenek ve göreneklerine uygun olmadığı için yasaklamaya devam ediyorlar. Edebiyat’a gelince, tarihimizin büyük bir bölümünde yazılmış edebi eserleri okuyabilmek için bir aracıya yani onu Latin alfabesine çevirecek birisine ihtiyaç duyuyoruz. Bu da bizi son 70 yılın edebiyatına mahkum ediyor. Genç edebiyatçılar, ya da bizler sıradan insanlar bu yetmiş yıllık edebi eserler içindeki kelime sayısına hapsedilmiş durumdayız.

Sonuç olarak dilin korunması kendi kavramsal özellikleri nedeni ile mümkün değildir. Dilimizde meydana gelen değişime tepki kuşak çatışması ile açıklanacak kadar da basit bir olgu değildir. Kullandığımız teknolojiye ve onun kavram dünyasına yabancı olmamız, argonun sesli, görüntülü ve sesli veya basılı yayınlarda ve edebi metinlerde sansürleniyor olması ve dilimizin tarihten koparılmışlığı dilimizdeki değişimin hızlı bir şekilde gerçekleşiyor olmasına neden oluyor. Bu değişim engellenebilecek bir şey olmadığını belirtmiştik. Ancak bu hızlı değişim bizde kavramsal olarak var olmayan sözcüklerin hızla dilimize girmesi düşün hayatımızı kötü yönde etkileyecektir. Bu değişimi yavaşlatmanın yolu sanayileşmeye ve edebiyata önem vermekten geçer. Dilimizin kelimelerini sansürlememekten geçer.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder